HAKAN AYTEKİN

Okur, yazar, çeker, öğretmeye çalışır.

Doğumu Ankara, yıl 1961. Anasının yedinci çocuğu. Lakin yedi kardeşi yok. İlk beşi ölmüş. O şanslı ikinci çocuk. Kendinden sonra bir de kız kardeşi olmuş. Üçü de yaşıyor kardeşlerin. Ankara’da okudu, üniversite bitene kadar. İlkokul öğretmeni Orman Bakanının karısıydı, onun gibi çamurlara batı çıka gelirdi okula. Ahir zamanlar böyleydi.  Ortaokul da öyle geçti, lise de.

1984 yılında bitirdiği Ankara Üniversitesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu Radyo Televizyon Bölümü onun ilk tercihiydi. Üniversite dört yıl olsa da altıncı yılı zorladı. Okul bitmeden Suha Hocanın peşine takılıp İstanbul’a geldi. İlk profesyonel çalışma hayatı Milliyet ‘ti, Milliyet Televizyon Video. Türkiye’nin ilk özel televizyonu olacaktı, olmadı. Ne patron inandı buna ne de bu işi kuranlar.

12 Mart gibi 12 Eylül’ü de yaşadı; 28 Şubat’ı da 15 Temmuz’u da. Çok gördü, çok güldü. İnananlara inanmadı. Öğretmen bir babanın çocuğu olmanın bütün fırsatlarını yaşadı, görmeyi bildi, gördü, göstermeye çalıştı. İlk okul ikinci sınıfta Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Orhan Veli, Sait Faik’i tanıdı.  Utandığı şiirler de yazdı, kimsenin okumadığı öyküler de.

Aşık da oldu, düş kırıklıkları da yaşadı. Sevdiğine onu sevdiğini söyleyemeyen kuşağın çocuklarındandı.

İstanbul’dan korkanlardan olmadı. Burnunun sürtülmesine hayır demedi, çünkü burnundan başka hiçbir şeyi yoktu. İstanbul’a geldiği ilk günlerde, 21 günde 17 ayrı yatakta yattı.

Milliyet Gazetesi’nde arkadaşları iyi akşamlar dileyip çıkarken o da çıkar, dolaşır dolaşır ve geri gelir koltuğa yatardı. Hanlarda da yattı, beş yıldızlı otellerde de.

Belgesel sinemaya inandı. Her işi yaptı belgesel sinema alanında; ne araştırmacılıktan yüksündü, ne kamera asistanlığından, ne prodüksiyon amirliğinden, ne asistanlıktan. Kameraman olmak istiyordu ama hocası onu ısrarla yönetmen yaptı. Çoğu zaman utandı yönetmenim demeye. İşini soranlara sinema televizyon işleri diyordu. Yalnız değildi bu soruya yanıt verememe konusunda.

Evlendi, sınıf ve meslek arkadaşıyla. İkizleri de oldu, delikanlıları…  Y kuşağına ait olsalar da analarının babalarının kuşağından kopamayan. Sinemanın her alanında çalıştı. Selamsız Bandosu, İmdat ile Zarife senarist ve yönetmen yardımcısı olarak çalıştığı filmler oldu.

Onlarca belgeselde her kategoride çalıştı. Yönetmen olarak reklam da çekti, tanıtım filmi de. Kirasını ödeyemedi çoğu zaman. Türkiye’nin bütün krizlerinden nasibini aldı. İşsiz, parasız ve ekmeksiz kaldı, pek çok kişi gibi. İkizlerin süt olmadığı için ağladığına da tanık oldu, evin önündeki çamur içinde kedilerle keyifli biçimde oynamalarına da.

Sektörün iniş çıkışlarından yıldı, akademiye yöneldi. 2000’li yılları Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesinde yaşamaya başladı, halen orada yaşıyor. Gördü ki, akademi de ne kendisi gibi bol deneyimlilerin ne de sadece akademik olarak ilerleyenlerin şansı yok. Yüksek lisans yapmaya karar verdi.  Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalında yüksek lisans yaptı. Sözlü tarihin peşinde koşan belgesel sinemanın peşinde yazdı master tezini. Yetmedi, doktora da yaptı; Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalında doktora derecesini tamamladı. Türkiye’de toplumsal değişmeye bağlı olarak belgesel sinemanın serüvenini araştırdı. Türkiye’de belgesel sinemayı dönemselleştirmeye çalıştı. Becerip becermediğine tarih karar verecek.

Suha Arın’la başladığı belgesel sinema alanında senarist ve yönetmen olarak çok sayıda ürün verdi. Filmleri pek çok ulusal ve uluslararası festivalde yer aldı, ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödüller kazandı. Film çekmekle kalmadı, yazdı… Öykü, deneme, makale. Çeşitli dergilerde yayınlandı yazdıkları; üç de kitap sığdırdı bu maceraya. Okumaya, yazmaya, çekmeye ve öğretmeye devam ediyor.

Ya da ettiğini sanıyor.